Kokuşmuş Mürekkep

İnce ince işlenmiş saman yaprakları ve üzerlerine büyük bir titizlikle dokunmuş kelime yığınları. Her bir kelime, içinde bulunduğu kitaba, hatta cümleye göre ayrı bir anlam kazanıyor. Her bir yaprak, içinde barındırdığı kelimelerle bütünleşerek bir adım oluyor kendinden sonraki sayfaya. Aynı kelimeler, farklı ve sınırsız kombinasyonlar ile birbirinden bağımsız binlerce hikaye oluşturabiliyor. Öyle ki kokuları bile etkileniyor hikayelerinden.

Fantastik ve bilim kurgu kitapları.. ilk defa denenecek olan şekerli bir içeceğin kokusuna sahip. Al beni, diyor şehvetli bir şekilde ve tüm zevkiyle sunuyor kendini alıcısına.

Polisiye kitaplar kahve kokuyor. Hani şu içeriklerinde çoğu zaman aynı ürünlerin farklı yüzdelerde kullanıldığı ve isimlerinin garip olduğu kahveler... Çok da bir fark yok aslında, biliyorsun ama denemek istiyorsun işte.

Ucuz aşk romanları, şey, ucuz parfüm kokuyor. Monotonlaşmış hayat parçalarından izler taşıyan monoton hikayeler...

Felsefe kitapları kokteyl gibi kokuyor. İçinde ne olduğunu, nelerin karıştırılmış ve ortaya ne gibi bir şeyin çıkartılmış olduğunu merak ediyorsun. İyice özümsemek istiyorsun. Ne var, ne kadar var, ne zaman konmuş, kim koymuş... Ilıyınca tadı kaçıyor.

Tarih kitapları çikolata kokuyor. Yemek istediğin zaman yersen zevk alıyorsun ve fazlası her zaman mide bulandırıyor...

Otobiyografi kitapları... Bitki çayı kokarlar. İçmeye başladıktan sonra ağızda kalan o mayhoş ve nahoş tat hoşuna gitmeyecektir, bilirsin ama bilemezsin de aslında. Belki biraz bal, belki limon ve hatta belki de biraz baharat ile renklendirilmiş bir çay... Neden olmasın? Merak edersin ve düşünürsün. Bir bitkinin çiçeklerinden elde edilen bu çay bize bitki hakkında neler sunuyor? Yararlı ve zararlı, iyi ve kötü, ,güzel ve çirkin birçok şey aslında.. İrite edici ama merak uyandırıcı.

Dini kitaplar? Kapalı kalmış odalar, kullanılmayan giysiler, sandığa atılmış paçavralar gibi kokarlar. Naftalin atmayı unutmuşlar... 

Öyküler rüya kokarlar. Araftan gelen bilinçaltı kokusudur bu. O kadar kısa ama o kadar yoğundur ki kısalığına üzülürsün. Ama bilirsin ki uzadıkça yoğunluğunu yitirecektir. Tadı damağında kalacak cinsten, sonrasını merak edersin. Öncesini sen uydurursun. Olayı yaşarsın ama asla orada bitiremezsin.

Ve şiir kitapları... Grenouille'ün baygınlık geçirmesine sebep olabilecek yoğunlukta bir çiçek bahçesi armonisi sığdırılmış sayfalara, bir şişe parfüm misali. Ama en önemlisi, insanı da içeriyor bu koku. Kendini buluyorsun orada, sen kokuyor aslında.

Ve işte! Benim deham burun deliklerimde, diyen Nietzsche misali çürümenin kokusunu alabiliyorum. Meyveler çürüyor, çiçekler kuruyor, içecekler bozuluyor, çikolata küflenmiş, parfümler merdiven altı üretim… Sarı sayfalar çürüyor, mürekkep çürüyor, kelimeler çürüyor, kitaplar çürüyor, insanlar çürüyor.

Çürüyoruz. Hem de çürümenin kokusuna burnumuzu tıkaya tıkaya… Ama otopsiye tabi tutulduğunda ruhlar, Tanrı burnunu tıkamayacak. Ve çürümüş etlerin harlanmış ateşle buluşmasında bütün kelimeler manasız kalacak... 


 

Yorumlar

  1. Her bir kitap türü farklı kalemle mi yazılır? Kokuyu veren kalemin kendisidir belki de.

    Kimi kalemin mürekkebi saf su
    Kimi ise arınmış ışık ile dolu
    Tılsımlı cüret içinde
    İnsan yazıtları ise şehevi kokusu

    YanıtlaSil
  2. Ruhundan geliyorsa kalemin mürekkebi, farklı olması normaldir pek tabi..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gibi

Kaderin İpliği