KAYIP
Kayıp çok şey. Çok… Belli değil yoklukları. Ama hissedince
çok derin, dibine doğru yuvarlandığın ve yuvarlandığın ve yuvarlandığın…
Tepetaklak. Kaybolmuşçasına, kaybolanlar arasında. Düşerek, eriyerek,
parçalanarak.. Tek değilsin. Ama yalnızsın.
Haykırmak istediklerinde dolu yüreğin ama boş ellerin. Öncesiz
ve sonrasız kalakalmış, yıpranmış zamansızlığın aylaklığında. Hayallerin
dökülmüş gözlerinden, birer damla tuzlu su kıvamında bataklığı seyreltiyor. Yaralamış
toprak yollar tenini. Pas tadında izler kalıyor senden geriye, dönüp
bakmıyorsun asla. Bakamazsın. Bir düşüşü daha kaldıramaz ruhun.
Boş bu kayboluşun yolları, engebeli. Öyle bir bozuyor ki
dengeni.. dengesizlik normal geliyor artık. Kıpırtısızlık hali yok. Uyku? Bir
başka nilüfere besin olmuş bile. Düşmeye devam, dibini sıyırana dek. Düşünmeye devam,
delirene dek.
Düşerken düşünmek ve düşünürken düşmek, ufak çaplı astral
seyahat boyutunda. Kayıplarda gerçekler, geçmiş ve gelecek. Şimdinin sonsuz ve
yakalanamayan an’ı, kayıp. Sözlerin, haykırışların, dokunuşların,
hıçkırıkların, gülümseyişin ve gözyaşlarının anlamı yitirilmiş, yitip giden
onca siyah beyaz fotoğraf karesinden yalnızca birkaçı. Kayıplar arasında bir
deli kayıp, arayış içerisinde ve bulamayan. Bulamayacağını bilerek arayan o
ütopik zihin ve distopik gerçekliğin gülümseyerek bakan gözleri…
Bakmak.. görmek.. ve düşmek. Kendince kaybolurcasına yitip
gitmek, bir daha bulunmak istemezcesine. Mat, donuk, soluk, yitik, kayıp her
şey. Sen, neden buradasın?
Yorumlar
Yorum Gönder