Ra

Tepelere yağan karın soğuğu gelir gölü aşarak. Koca çamları, geceden nemli toprağı, aşınmış taşları aşarak girer içeri. Merdivenleri çıkar, kapıları açar, sıralara yerleşir. Güneş ışığının uğramadığı ince duvarlara yapışır. Oturur kalırsın yerinde. 

Bedenin gerilir, kasılır, sertleşir. Hücrelerinde şalter atmış sanki, jeneratör minimum düzeyde çalıştırır vücudunu. Tırnakların hafiften morarmış, dudakların soğuktan kurumuş, burnun kızarmıştır. Aldığın derin nefes burnunu yakarak ciğerlerine iner, için üşür. 

Ellerini birbirine sürterek çıkarsın odadan. Sıralardan, kapılardan, merdivenlerden ve duvarlardan uzaklaşırsın. Şimdi etrafındaki tek duvar atmosferdir. Yumuşak bir rüzgar eser açık pencereden. Hava, tanecikleri keskin cam parçaları misali kıyafetlerinden tenine işleyerek yalayıp geçer. İçin üşür. Ellerini cebine koyar ve minik ama hızlı adımlarla rüzgarı arkana alırsın. İşte, uzakta bir ışıltı. Yalnızca birkaç adım uzakta aslında ama… hava soğuk. 

Gözünü kapatır ve yürümeye devam edersin, ışığı teninde hissedene dek. O ilk an, ilk temas tenin için bir uyanış gibidir. Bedenin esneyerek uyanır, jeneratör kapatılır ve mitokondrilerin gerinerek çalışmaya başlar. Kasların anında gevşer, bedenin yumuşar, ruhun güneşle bütünleşmişçesine alev alevdir. Burnun kızarık, ellerin soğuk, dudakların çatlak hala. Ama için sıcaktır artık. Botuna, pantolonuna, kabanına, berene değen güneş ışınları bedenine ısı enjekte etmektedir adeta. Soğuğun keskinliği yok olur, güneşin yumuşak dokunuşları kalır. Kanın daha hızlı akmaya başlar. Gülümsersin, yüzün hala gergin. Birkaç saç teli gelir önüne, rüzgar hala esiyor. Kenara çekmezsin. Dudağını ıslatırsın yavaşça. Bilirsin, dilini içeri çektiğin an eskisinden de soğuk ve kuru olacaktır. Ama yine de o anı yaşamak istersin, o ıslaklığı. Elin zar zor ısınmıştır cebinde, çıkarıp burnuna dokunursun. Kızarıklığı hissedersin buz gibi oluşundan. Gülümsersin, yüzün biraz gevşemiş.

 Yürümeye devam edersin. İlerisi gölge… Adımların yavaşlar. Gülümseme silinir, gevşeyen tenin yavaştan kasılmaya başlar tekrar. Tenine işleyemeyen güneş ışınları şaşkındır. Yapacak bir şey yok, yürümeye devam. Gölgeye adım attığın an kesilir güneş, birisi araya bıçak sokmuşçasına. Böylesine yumuşak ve puf puf görünen bulutların bedeninde yarattıkları keskinliğe şaşarsın. Hücrelerinde alarm zilleri… Sigorta atar, düşük enerji moduna geçilir ve bedenin soğuğun keskinliğine maruz kalır yavaş yavaş. Kan akışın yavaşlar sanki gittikçe. Burnunun düşeceğini hissedersin ama ellerini çıkarıp kontrol etmek istemezsin. Tepelere yağan kar… Avuçlarını sıkarsın cebinde, yumruk yaparsın. Omuzlarını öne doğru çeker ve hafif kamburlaşarak yürürsün. 

Bıraksalar cenin olur kalırsın aslında ama yürümeye devam etmek gerektiğini de bilirsin. Ne için? Güneşe tekrar kavuşmak ve ışığında ısınabilmek için. Çünkü güneş hep orada, karlı tepelerin ardında doğmayı bekliyor olacak. Yürümeyi bilirsen… ısınabilirsin.

Yorumlar

  1. Hathor'un doğumu ve Ra'dan dökülenler

    (Nil Nehri'nin hangi kiyilari islattigini
    Ayaklarinin değdiği yerden anlıyorum.)

    Çiçeğinden hercai polen
    Göğsünden kevser
    Soluğundan yanginlar
    Topladim geldim

    (Gunesin nereden doğduğunu
    Ellerinin değdiği yerden anlıyorum.)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sayenizde her gün bloğuma girip yorumlarınızı kontrol eder oldum, teşekkürler :) Çok güzel yazıyorsunuz...

      Sil
    2. Çok incesiniz teşekkür ederim. Tesadüf eseri karşılaştım blogunuza, cok beğendim. Yazilariniza siirlerinize yorum yapmadan duramadım

      Sil
    3. Beğenmenize çok sevindim, her türlü yorumunuza açığım :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kokuşmuş Mürekkep

Gibi

Kaderin İpliği